Hobi Sanat Gruplarimiz
Çünkü kültürde, özellikle de bilimde, toplumsal kesim farklılığını gösteren şey olguların, yasaların ya da araştırma yöntemlerinin kendisi değil, ama bunların belirli bir felsefî-yöntembilimsel görüşle çözümlenmeleri, yorumlanmaları, genellendirilmeleri ve pratikte uygulanmalarıdır.
Bu nedenle, herhangi bir «burjuva fizik», «burjuva matematik» olmayacağı gibi, söz konusu bu alanlarda yapılacak herhangi bir buluş ancak onun nasıl yorumlanacağına bağlıdır. Örneğin metafizik, agnostik ya da eklektik bir şekilde idealistçe mi, yoksa diyalektik maddeci bir şekilde...
Çünkü kültür bunalımına salt açyapıdan bakılarak bir çözüm aranmakta, «manevi model»in ne olacağı tartışılmaktadır. Bunu şöyle açabiliriz, «dışa bağımlı az gelişmiş» kültürün niteliği ne olacaktır? «Dışa bağımlılık» dolayısıyla Batı’cı mı? «Az gelişmişlik» dolayısıyla Doğu’cu mu? Ya da sorunu tam tersine çevirelim. «Dışa bağımlılık» yüzünden Doğu’cu mu, az gelişmişlik yüzünden Batı’cı mı? Aslında birbirinin ayrılmaz bileşkeni olan bu iki olgu bir «açmaz» biçiminde karşımıza çıkmaktadır. Çünkü geleneksel düşünce ile yenileşme düşüncesini uyumlu bir çözüme ulaştıramamış...
Günümüzde egemen kültür düşüncesindeki bunalımın kaynağı yine kendisidir. Bir başka deyişle, ülkemizde bugün egemen iki kültür anlayışının, yani, Türk-İlam’cı kültür anlayışı ile Batı’cı kültür anlayışının ikisi de idealist düşünce kaynaklı olup, ikisi de maddi kültür ile manevi kültürü birbirinden ayıran «kültür idealizmine dayanır. Bizde bu iki yarı-karşıt düşüncenin de ortak çıkış noktası Ziya Gökalp’in uygarlık ile kültürü birbirinden ayıran idealist-pozitivist düşüncesidir. Buna göre, uygarlık teknolojik (maddi kültürel) alanı, kültür ise manevi kültürel alanı içerir. Böylece,...
Uyumlu egemen güçlerce topluma yerleştirilmiş, bütünsellik gösteren bir ulusal (milli) kültürün yokluğundan doğan bu «kültür bunalımı» günümüzde kendini üç düzlemde ortaya koymaktadır: Kültür düşüncesi, kültür politikası ve kültür yaşamı.
Yetişkinler İçin Ebru Kursları
Büyüklerle Ebru Çalışmalarımız Devam Etmektedir. Sanat için...
Ulusal kültür bunalımı, hiç kuşkusuz, toplumsal kültür bunalımı olduğu kadar, «egemen kültür bunalımı»dır da; bir başka deyişle, toplumda egemen bir maddi-manevi kültür uyumunun kurumunun kurulamamış olmasıdır. Nitekim karşıt görüşler de bu konuda aynı düşüncededirler. Örneğin, «Milli Kültür» görüşünün sözcülerinden Prof. Dr. Erol Güngör, «Türkiye’de aydınlar seviyesinde bir kültür bütünlüğü mevcut değildir ve dolayısıyla bir «milli kültür’den bahsetmek imkânı yoktur» derken, «Hümanist Kültün> görüşünün sözcülerinden Prof. Dr. Suat Sinanoğiu da, «gerçekten bugün Türkiye’de...
Türkiye’de düşünce ve kültür yasanımın bugün de derin bir bunalım içinde olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Bu bunalım, günümüze özgü özellikler taşımakla birlikte, aslında, yüzyıllardan bu yana süregelmektedir. Bu bunalımın derin toplumsal ve tarihsel nedenleri açıkça ortaya konmuş olduğu halele, çözümü bir türlü gerçekleştirilememekte, dolayısıyla, süreğen bir özellik göstermektedir. Bunun başlıca neden!, gösterilen’ çözümlerin aslında çözümsüzlük olması, bunalımı aşacağı yerde onu yeniden derinleştirmesidir. Kısaca saptamak gerekirse, bu bunalım, maddi kültür ile manevi kültür...
Dolayısıyla, ancak belli bir tarihsel dönemin yapısı ve genel özellikleri incelenerek edebiyatın da gelişme özellikleri, ona bağlı olarak da edebiyat yapıtlarının genel karakteristikleri ortaya konabilir. Böyle bir şeyse, hiç kuşkusuz, e,n sonunda, edebiyat yapıtının yapısını kendi dil ya da yapıca özellikleri dışında ele alınmasını değil, tam tersine, salt onlara indirgenmeksizin, kendi içeriksel yapısına bağlı özellikler olarak ele alınmasını getirir. Kısacası, edebiyata ve romana ancak burjuvaca edebiyat yöntemleri ve yönelimleri dışında baktığımızda, gerçekten bilimsel bir yaklaşımda bulunmuş...
Edebiyat yapıtlarının yapıları ancak toplumsal-tarihsel bir bakış açısıyla ele alındığı zaman; bir başka deyişle, yine örneğin, Nietzsche’den yola çıkışla Ferit Edgü’nün önerdiğinin tersine, (Gösteri, Nisan 1981), «içerik», «biçim» olarak ele alınmadığı zaman, kendi özüne uygun olarak açıklığa kovuşturulabilir. Bir başka deyişle, sanat yapıtı, toplumsal bir olgu olarak, gerçeklikle, kendini dışa bağlayan ilişkiler içinde ele alındığı zaman bilimsel olarak anlaşılabilir; çünkü edebiyatın (sanatın) yapısı ile belli bir tarihsel gelişme dönemi içinde yer alan toplumsal sorunların,...
Ayrıca romanda ulusal ilan’la sınıfsal-olan ya da ulusal.-olanla evrensel-olan arasındaki bağıntıyı, yani, bilimsel-felsefi terimleri içinde, tikel ile genel arasındaki ilişkiyi kurmak, böylece gerek kendi yazarlarımızın yapıtları arasındaki ortak bağları, gerekse kendi yazarlarımızın yapıtlarıyla öbür yazarların yapıtları arasındaki ortak yanları ve bağları kurmak; bunun için de belki öncelikle bu yapıtların içeriğindeki çatışmaların niteliğine bakmak ve değerlendirmek gerekmektedir. Bütün bunlarsa, hiç kuşkusuz, bizi bir «roman tipolojisi» yapmaya götürecektir. Şunu da hemen belirtelim...
Bunun da karşılığı şudur: Türkiye’de ya da genelde, roman türleri, tarzları nelerdir? Edebiyatta türler ve tarzlar nasıl ve neye bağlı olarak ortaya çıkar? Ne gibi özellikler gösterirler ve kendi içlerinde ne gibi değişimlere kültürdeki demokratik-toplumcu öğelerden söz etmemiz gerekir. Kültürün toplumlarda üretimle olan yakın bağlantısı düşündüğümüz zaman da, hiç kuşkusuz, manevi kültür ve manevi üretim ajanı içinde olan sanat ve edebiyatı, dolayısıyla romanı, hem ulusal, hem de evrensel özellikleri içinde değerlendirebilmek çok daha bilimsel ve doğru olacaktır.
...